32
Products
reviewed
355
Products
in account

Recent reviews by Mutoyoru

< 1  2  3  4 >
Showing 1-10 of 32 entries
5 people found this review helpful
12.7 hrs on record
Tsui no Stella'yı ilk gördüğümde kelimesi kelimesine şunu dedim: "Güzel de abi bu gene post-apokaliptik dünya + robot kız. Oğlum Key, iki kere yaptınız bu konsepti Planetarian ve Harmonia ile." Yakın zamanda da aynı konseptte olan Atri'yi okumuştum. O yüzden pek ilgimi çekmemişti. Üstelik hikayenin sonunu tahmin edebiliyordum, bir insan ve bir android, alışacaklar birbirlerine, sonra birine bir şey olacak, öbürü tek başına kalacak falan filan. Ama Key görsel romanı, uygun fiyatta çıkarsa alınıp okunulur dedim ve dediğimi de yaptım.

Hikayesi, insanlığın "Gelişmiş Çağ" adı verilen altın çağı yüzyıllar önce geride bıraktığı ve gerileme çağına girdiği bir dönemde geçiyor. Hükümetler, şehirler yıkılmış, insan toplulukları bir yana dağılmıştır. Ana karakterimiz Jude ise, bu post-apokaliptik dünya bir yana dağılmış insan toplulukları arasında eşya taşıyan, gerektiğinde de tamir işleri yapan birisidir. Aldığı işlerden birinde, kendisinden "Gelişmiş Çağ"dan kalan yıkıntılar içerisinde henüz aktif edilmemiş bir android'i bulup kıtanın doğu kanadından batı kanadına kadar getirip teslim etmesi gerekte. İş oldukça tehlikeli ama ücreti de gayet güzel. Ancak Jude'ın uyandıracağı android, daha önce gördüğü android'lerden farklıdır. Hem görünümü hem bilgi birikimi hem de davranışları, gerçek bir kız çocuğuna benzemektedir ve kendine ait bir iradesi vardır. Jude'un "Phila" adını vereceği android'in tek bir dileği vardır: "İnsan olmak". Jude'un ise korktuğu şey bu yolculuk sırasında, teslim etmesi gereken paket ile yakınlık kurmak. Ancak bir "insan çocuğu" gibi gözüken, davranan, öğrenen, korkan, acıkan birine nasıl ve nereye kadar makineymiş gibi davranabilecektir?

Tsui no Stella bir yolculuk hikayesi. Bu haliyle karakterlerin birbirleriyle etkileşimi çok daha organik. Hikayesi ilk kez yapılan bir şey değil ama işlenişi başarılı. Uzun zamandan sonra gerçekten merak içerisinde okuduğum görsel romanlardan birisi oldu. Ayrıca Tsui no Stella'nın post-apokaliptik temasını, bu tarzdaki diğer görsel romanlara kıyasla çok daha başarılı buldum, benim zevklerime daha çok uyuyor. Hikayesi de bu temaya birebir dayalı ve ilerledikçe dünyası hakkında yeni şeyler açıklanıyor. Ve romantizm yok. Romantizmi iyi işlendiği sürece severim ama örneğin Atri çok sarmamıştı bu konuda. Bu oyunda da iyi ki yok böyle bir şey.

Müzikleri çok güzel. Özellikle ana menü müziği olan "Beginning" tını olarak çok hoşuma gitti, ana menüsünde oturup dakikalarca dinledim. Keze oyun boyunca çalan "Everyday" ve "Last Wish" parçaları da öyle. Açılış parçası "breath of stella" ve bitiş parçası "Ortus" çok güzel. CG ve BG'lerine ayrı bir yer açmak istiyorum. Görsel romanın en öne çıkan taraflarından birisi. Hem CG'leri hem de BG'leri birer resim tablosu kalitesindeler ki, okurken bir sürü ekran görüntüsü aldım. Duvar kağıdı yaparım ben bunları. Görsel romanın genel arayüzü ise hem sade hem de şık.

Okumadan önce "beğenirim ben bunu" dediğin görsel romandan çok severek çıktım. Konsept olarak Harmonia ve Planetarian'a benzemekle beraber onlar ile alakası bile yok. O yüzden başta benim yaptığım gibi "Aynısı ya la bu" deyip geçmeyin. Tsui no Stella, bu konseptte olan görsel romanlar arasında zirveye oturdu ve rahatlıkla 9/10 verebileceğim bir görsel roman kendisi. Şiddetle okumanızı tavsiye ediyorum.
Posted February 6.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
1 person found this review helpful
0.0 hrs on record
Hikaye DLC’si olan “The Lost Numbers”a gelecek olursak... Ana hikayeden bağımsız olmakla beraber hikayenin başlangıcı ana hikayede sözü geçen birkaç olaya dayanıyor. DLC’nin konusu ise şehirde orada burada ortaya çıkan ve diğer Devil Summoner’lara saldıran özel Zoma demon’larını bir başka Devil Summoner olan Nana ile araştırmaya ve bu saldırıların arkasındaki sır perdesini aralamaya çalışıyorsunuz. Hikaye olarak fena olmamakla işlenişi çok kötü. Madam Ginko’dan kabul ettiğiniz görevler şeklinde ilerleyen DLC, aslına bakılırsa 5.göreve kadar fena gitmiyordu. Ancak 5. görev ile birlikte aslında Yatagarasu’ya ait eğitim alanı olan yeni bir dungeon açılıyor. İlk girince bi diyorsunuz “Aaa Raidou’da da böyle eğitim alanları vardı.”. İkinci kata geçince o oyunlardan hatırladığınız bir şey daha oluyor: Aynı kat düzeni 20-30 kat boyunca birbirini tekrar ediyor.

Lan hadi bu Raidou’da bir tık işe yarıyordu çünkü o oyun hack&slash olmakla beraber 2006’da çıktı. Siz niye 2022’de çıkan bir oyuna aynı katı tekrar ettiren bir dungeon koyuyorsunuz abi? Yatagarasu’nun eğitim alanları Taisho döneminden beri hiç mi gelişme kaydetmez ulan! Bi de Raidou oyunlarında opsiyonel dungeonlar olmakla beraber indikçe demon’ların seviyesi artığından tek seferde inemiyordun, ve bi de katlarda merdiven değil asansör vardı! Bunda koca eğitim alanını tavaf ediyoruz anasını satayım! Milletin seride nefret ettiği dungeon’larda ‘Attract Water’ -encounter rate’i artırıyor, Soul Hackers’ta MAG kasmak için “Amami Monolith”te böyle inip çıkmıştım, her adım attığımda savaşa giriyordum- basa basa giden, P3’de Tartarus’u beğenmeyenlere “Nesini beğenmiyorsunuz abicim, mis gibi dungeon, yukarı çıkıp duruyon” diyen, Soul Hackers 2’de de bu ana kadar dungeon’larda önüne çıkan her düşmanı kesmeden ilerlemeyen, arkada demon’ın eşya bulduğunu fark edip geri dönen bendenizin bile içi daraldı yahu, 4F’ten sonra başladım yardırmaya. Rastgele şekilde dungeon düzeni ürettirin, hiçbir sıkıntım olmaz bununla, ama önüme aynı düzeni 30 kat boyunca tekrar tekrar koymayın be abi! Şu dungeon’a istediğiniz kadar sövebilirsiniz o yüzden. Soul Hackers 2’de ki diğer dungeon’lara laf ettirmem, ama buna sövün, izin veriyorum.

DLC’nin sonunda bir-iki güzel mesaj verilse de şu dungeon fazlasıyla canımı sıktı. Ayrıca ana oyun içerisine New Game+ içeriği olarak da dahil edilebilirmiş. Özet olarak The Lost Numbers‘ı oynamasanız da bir şey kaybetmezsiniz. Hatta ayrıca sakın ama sakın satın almayı düşünmeyin, bizdeki fiyatı ile 95 TL’yi hak edecek bir içerik bulunmamakta maalesef. Yani özet olarak eğer oyunun Standart sürümü alırsanız DLC açısından kaçıracağınız pek bir şey yok. Ha ama Premium sürümü daha ucuza gelirse benim yaptığım gibi o paketi alabilirsiniz.
Posted October 29, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
4 people found this review helpful
100.7 hrs on record
Bu yazı, Steam'de karakter sınırına takıldığımdan şurada yazmış olduğum yazının[mutoyoru.github.io] daha özetlenmiş bir sürümü. Oradan okumanızı şiddetle öneriyorum.




Devil Summoner: Soul Hackers; eksikleri ve harcanmış potansiyeli de olsa 90'lar dönemi cyberpunk atmosferi, oyunun müzikleri, Nemiss, GUMP tasarımı gibi gibi etmenlerden hoşlandığım bir oyun olmuştu. Ama ne çok bilinen bir yan oyundu, ne de çok tutmuştu... Bu tarz sebeplerden dolayı, 2022 yılının şubat ayının yeni bir Soul Hackers duyurusu görmeyi beklemiyordum. Hele hele SMT V çıkalı 3-4 ay geçmişken ve milletin Persona'nın 25.yıldönümü sebebiyle yeni oyun ve/veya port beklerken ki bir dönemde bunu hiç de hiç beklemiyordum.

Ve ne yalan söyleyeyim oyun duyurulduktan ve ilk trailer'ı gördükten sonraki düşüncem Bandai Namco'dan çıkma sıradan bir anime oyunu olduğu yönündeydi. Ama ana karakter tasarımı gibi birkaç şey de çok hoşuma gitmişti. Ve Megami Tensei oyunu bu da, ben de ölüsü yeter kafasında olan birisiyim. Ayrıca yepyeni bir SMT spin-off'u çıkıyor hemi de 6 ay sonra, hayır diyecek halim yok tabii ki. Oyun 6 ay sonra çıktı ve pek beğenilmedi. Ayrıca Ekim'de de Persona 5'in bütün platformlara geleceği duyurulunca Soul Hackers 2 unutulup gitti ve indirim oranlarından da fark edeceğiniz üzere pek satmadı. BEN UNUTMADIM AMA!

Bu 'elma' bana göz kırpıyor

Aion, dünyanın dijital ağlarında toplanan verilerden doğan, insan zekasını aşan ve insanların dünyasını gözlemleyen bir varlıktır. İnsanların dünyasına karışmamakta bu yüzden de tarafsızdır. Ancak Aion insan ırkının ve dünyanın yok olacağına dair bir felaket öngörmüştür. Aion "tarafsızlıkta bir yere kadar lan" deyip insanların dünyasına doğrudan müdahalede bulunmaya karar verir. Kendi varlığından Ringo ve Figue isimli iki insansı varlık ayrıştırıp bu ikisinden bu felaketi engellemelerini ister. Ringo, bu olayı araştırırken Phantom Socity adlı Devil Summoner'lardan oluşan bir örgütün Covenant adı verilen enerji varlıklarını toplayıp "The Great One" isimli dünyanın ve insanlığın sonunu getirecek bir varlığı çağırmaya çalıştıklarını öğrenir ve Phantom Socity tarafından öldürülmüş üç Devil Summoner'ı "Soul Hack"'i kullanarak hayata geri getirmeyi başarır. Aion'un öngördüğü felaketin bu olduğuna emin olan Ringo ve Figue ve yanlarında bir arkadaşına verdiği sözü unutan bir Yatagarasu -Devil Summoner'lardan oluşan ve arkaplanda Japonya'yı doğaüstü tehlikelere karşı koruyan uluslarüstü bir örgüt- ajanı olan Arrow, Phantom Society için çalışmasına rağmen bir sebepten dolayı hain edilen Milady, ve "Elmacık, sevdiğim kız Phantom Society için çalışıyor, onu korumam gerek" diyen Saizo ile geri kalan Covenant'ları bir şekilde Phantom Society'den önce bulup bu felaketi engellemek için hazırlığa geçerler.

Devil summon'layamayan Devil Summoner mı olur kardeşim?!

Oynanışa geçecek olursak geleneksel Megami Tensei oynanışı, ancak SMT1-2 ve Soul Hackers'taki klasik sisteme ek olarak Sabbath adı verilen bir ek geliştirme getirilmiş. Her bir demon'ın zayıf noktasına hasar verdiğiniz an stack sayacınız +1 artıyor. Kendi takım arkadaşlarınız turları bitince Ringo, stack'daki sayı kadar demon'ı COMP'dan çıkartıp bütün düşmanlara hasar veren bir saldırı gerçekleştiriyor. Persona'daki "All-Out Attack" gibi düşünebilirsiniz, sadece bunu düşmanın zayıflığını vurduğunuz her tur gerçekleştirebiliyorsunuz. Nasıl Press Turn'de kendinize daha fazla tur sayısı edinmeye ve düşmanın tur sayısını azaltmaya çalışıyorsanız, Sabbath'ta da tur sonuna kadar stack'e çok sayıda demon eklemeye çalışıyorsunuz. Stack'e ne kadar demon eklenirse yapılan saldırı o kadar güçlü oluyor.

Oyunu oynamadan önce okuduğum bazı yazılarda insanlar dungeon'ların çok sıkıcı, sıradan olduğundan yakınıyordu. Katılmıyorum, bu oyundaki dungeon'larda seri için geyet yerinde. Ama sıkıntılı olan başka bir nokta var ki o da dungeon çeşitliliği. Oyunda toplam 5 farklı dungeon var. Bu Megami Tensei standartlarında bile aşırı düşük bir rakam. Aşırı lineer bir oyun olan Digital Devil Saga 2'de bile bu rakam 9'du. Son dungeon hariç diğer bütün dungeon'larda aynı müziğin çalması da bu durumu hiç iyileştirmiyor.

Hani ruh hack'leme nerede?

İnsansı robot veya humanoid içeren yapımlarda şöyle bir klişe vardır, hatta Persona 3’te bile bu vardır ki, o robot/humanoid başta oldukça yapay ve robotsu davranır, ancak hikaye ilerledikçe daha insan olmayı, duyguları vs. öğrenir. Ringo ve Figue ise böyle değil. Evet, Aion tarafından varlıkları yeni yaratılıyor bu yüzden yeni doğmuş bir birey gibiler, tam anlamadıkları şeyler var, bazı duyguları falan yeni deneyim ediyorlar ama çok daha insansılar. Kişilikleri bile birbirlerinden farklı. Mesela Ringo biraz daha atılgan iken Figue davranışlarında biraz daha saygılı. Gergin anlarda Figue yer yer patlayabilirken Ringo sakinliğini daha iyi koruyabiliyor. Kendi aralarında tartıştıkları, fikir ayrılığına düştükleri bile oluyor. Bu açıdan hem Ringo hem de Figue çok güzel karakterler olmuş şahsen.

Arrow biraz daha düz kalmış, ustası ile ilişkisi ilgi çekici olsa da daha iyi işlenebilirdi dediğim karakterlerden. Milady ise yeterince ele alınmadığını düşündüğüm bir karakter oldu. Kendisini bağlayan tek konu Iron Mask ile olan ilişkisi. Ama bu üçlü arasında ise en sevdiğim ise Saizo oldu. Freelancer bir Demon Summoner olması, bazı açılardan biraz daha keyfine düşkün ama aynı zamanda daha zor açılan birisi olması gibi sebeplerden dolayı favori karakterlerimde Ringo’dan sonra Saizo geliyor.

Grafik olarak oyun çok güzel gözüküyor. Oyunun müziklerini ise bu sefer Atlus Sound Team değil NieR serisinin müziklerini yapan Okabe abimin şirketi MONACA yapmış. Müziklerinden gayet memnunum açıkçası. Çok hoşuma giden tınılar mevcut. Ayrıca NieR’in müziklerini daha önce dinlediyseniz bazı parçalarda aynı havayı almak mümkün. Ancak gelecekte geçen ve adında yine “Hackers” ibaresi olan bir oyunda synthwave tarzı müzikler olmaması büyük bir eksiklik.

Bunun yanı sıra Soul Hackers 2, bu tarz iki kişi arasındaki iletişimi, konuşmayı oldukça vurgulayan bir oyun olmuş ki bu açıdan bana çok sevdiğim başka bir oyun olan The World Ends with You‘yu anımsattı. Soul Hackers 2’de de karakterler arasında “Konuşabileceğimiz tonla zaman vardı! Niye bana bu derdinden hiç bahsetmedin!” tarzı çıkışlar var ki bu bence Soul Hackers 2’nin en güçlü yanlarından biri olmuş.

Ancak önceki oyunlara neredeyse hiçbir referens olmaması, demon'lar ile müzakere sisteminin çok basit kaçması, ay fazı sisteminin bulunmaması, Yatagarasu ve Phantom Society arasındaki didişmenin yeterince ele alınmaması, şehirdeki cyberpunk temanın yetersiz kaçması, dungeon azlığı, oyunun DLC politikası gibi gibi çok ciddi zayıf ve eksik yönleri de bulunmakta.

Sadede gelirsek, Soul Hackers 2 benim beğendim bir oyun oldu. Hikayesi gayet güzel, karakterleri başarılı ve akılda kalıcı, bazı açılardan insan duygularına değinen bir oyun olmuş. Ancak kaçırılan potansiyel de bana soracak olursanız fazlasıyla büyük. Ve şunu demem lazım: Soul Hackers 2, iyisiyle kötüsüyle PS2 dönemindeki Atlus’tan çıkan bir iş gibi hissettirdi. Oyunun bazı yerleri PS2 oyunuymuş gibi hissettiriyor. Ancak PS2 dönemindeki Atlus, Digital Devil Saga, Raidou Kuzunoha gibi çok satmamış, bazı açılardan başarılı, bazı açılardan tamamlanmamış hissettiren, eksik kalan ama özünde farklı fikirler barındıran, deneysel diyebileceğimiz oyunlar da yapmıştı. Ve ben Soul Hackers 2’den bu tadı aldım. Evet, eksiklikleri var, ancak farklı bir şeyler de denenmiş. Hoşuma gitti bu benim. Ancak sadece Persona oynamış ve Soul Hackers 2’ye girişmek isteyen kitle: Bu oyun Persona değil, bunu bilerek girin. Ve Soul Hackers 2’den önce Persona olmayan bir Megami Tensei oyunu, mesela SMT 3: Nocturne’un remaster sürümünü, oynayıp girişin en azından. Bu yazıyı yazdığım tarih itibari ile oyun halen Xbox Game Pass’te. İlginizi çekiyor ve bakmayı düşünüyorsanız kaçırmayın!
Posted October 29, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
3 people found this review helpful
7.2 hrs on record
Basit bir hack&slash platform oyunudur diyerek almıştım ICEY’i zamanında. Keşke okusaymışım açıklamasını. Yani öyle ama ICEY aslında kendini tanıttığı üzere Stanley Parable tarzı meta bir oyun. Oyunda ilerlerken ve robot mob keserken bir anlatıcı hikayeyi anlatıyor, uygulamanız gereken eylemleri belirtiyor. Dinlemezseniz anlatıcıyı kızdırıyor, dördüncü duvarı delen şakalarla karşılaşıyorsunuz. ICEY bunlardan ibaret sadece. Bunları da iyi yaptığı da söylenemez.

Stanley Parable dahil bu konsepti işleyen bayağı bir oyun var ama bu konsept ya bu tarz platform-hack&slash oyunlarına pek gitmiyor ya da ICEY bunu beceremiyor. Daha oyunun başındayım, anlatıcının anlatığı şekilde ilerliyorum. Ancak girdiğim bir binada çıkmaza geldim ve geri dönecekken açık bir dolap kapısı dikkatimi çekti. Alışkanlıktan belki para kutusu falan vardır diye bakayım derken anlatıcı “Icey, ben ne dersem dinlemiyorsun, bu oyuna ben bu kadar uğraştım” diye söylenmeye başladı ve alternatif bir son aldım. Ya ben orada ne var diye merak etmiştim sadece. Oraya gitme diye bir şey de demedi anlatıcı. Sırf bir odaya baktım diye beni kendisini dinlememekle suçlamasın.

Daha önce herhangi bir platform veya metroidvania oyunu oynadıysanız bilirsiniz, hasar aldığınızda karakteriniz kısa bir süre boyunca hasar almaz bir duruma geçer. Bu hem tekrar toparlanabilmenizi sağlar hem de küçük bir hatadan dolayı karakterinizin ekstra hasar almanızı engeller. ICEY'de olmayan şey ise tam olarak bu. Bir tane robot tutup sizi havaya fırlatıyor. Hasar aldığınızda sersemleyip hareket edemiyorsunuz. O sırada ekranın dışından lazer atan bir drone yüzünden ekstra hasar alıyorsunuz, o sırada art arta sürekli saldırabilen diğer robotlar ise takla atarak size çarpıyor ve yere düşene kadar bütün canınız bitiyor. Elinde olmayan bir sebepten dolayı ölmek müthiş bir durum, değil mi? Bu yüzden "Hard" zorlukta oynarken ve oyunun neredeyse sonuna gelmişken bu sıçtığımın şeyi yüzünden üzerine düşmanlar akın eden bir asansör sekansını geçemedim yahu! 1 saat boyunca denedim, tam bırakacakken hadi bir de “Easy” zorlukta deneyeyim diyerek oyuna tekrardan başladım ve güç bela geçebildim. (Easy zorlukta da yaşandı aynı olay merak etmeyin) 1987'de çıkan Mega Man'de bile var lan bu özellik ve o oyun çok daha kazık olduğu halde onda ICEY'de yaşadığım şu olaydan dolayı küfrettiğim kadar küfretmedim be! ICEY, bir meta oyun olmaya çalışacağına önce mekaniklerini aldığı türün özelliklerini becerseydi keşke.

Anlatıcıyı dinlediğinizde çok sıradan bir aksiyon hack&slash; dinlemediğinizde ise birkaç şakaya maruz kaldığınız; günün sonunda ise “Niye oynadım ben bunu” dediğiniz, kendini hatırlatacak hiçbir şeyi bulunmayan bir oyun ICEY. Yorumlarda Stanley Parable ile karşılaştıran olmuş, yanlış karşılaştırmak ama ben karşılaştıracak kadar başarılı bile bulmadım. Ama anlatıcının Japonca seslendirmeni gayet iyiydi bak. Oyunu resmen o seslendiren abi ve oyunda çalan birkaç parça taşıdı benim için.
Posted September 2, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
No one has rated this review as helpful yet
21.1 hrs on record
Şu aralar yine görsel roman iştahım açıldı galiba. İki ay içerisinde art arda 5-6 adet görsel roman okumamdan belli sanırım bu. Bir önceki okuduğum “Chaos;Head”den sonra daha kısa bir şey okumak isteyince gözüme ATRI çarptı. VNDB’den de baktığım üzere 10 saat civarı sürüyordu. Ayrıca senaryosunu “If My Heart Had Wings”in ana, Kotori ve Amane rotalarını yazan “Konno Asta” yazmış, gerçi bunu bitirince keşfettim, hele diyordum yer yer IMHHW havası alıyorum. Neyse, kısaymış, android kız var ( ͡° ͜ʖ ͡°), romantizm var, biraz slice-of-life, belki de “Planetarian” tarzı bir şeydir diyerek "daldım". Düşüncelerimi belirteceğim bu kısa (?) yazıda ise buna geçmeden önce ana hikayesini anlatmak istiyorum.

2020’li yıllarda bilinmeyen bir sebepten dolayı deniz seviyesi giderek yükselmeye başlamış, bu durum ise kıyı kenarlarında kalan yerleşim bölgelerini sular altına mahkum etmiştir. Şehirler su altında kalıp insanları daha yüksekte bulunan bölgelere göç etmeye zorlamakla kalmamış, insanlık sadece 10 yıl içerisinde sahip olduğu teknolojinin büyük bir kısmını kaybetmiştir. Hikayenin ana karakterinin adı ise Ikaruga Natsuki. Kendisi bu felaketin yaşanmaya başlamasından sonra dünyaya gelmiş, küçük yaşta geçirmiş olduğu bir tünel kazası sonucu annesini ve sağ bacağını kaybetmiştir. Babasının desteği ve kendi azmi ile dünyayı bu yaşanan durumdan kurtarmaya yönelik dahi bilim insanları yetiştirmeyi hedefleyen “Akademi” isimli bir okula girmeyi başarmıştır. Birkaç yıl sonra, babasından gelen para yardımı kesilince masraflarını karşılamak için protez bacağını satmıştır. Stres ve bacağının kesildiği yerden kaynaklanan psikolojik bir acı yüzünden Akademi’deki notlarında başarısızlık göstermesi, Nastsuki’nin geçmişte hocalarına gösterdiği bazı kibirli davranışları gibi gibi sebeplerden dolayı Akademi’den atılmıştır. Natsuki çareyi ise büyükannesinin yanına dönmekte bulmuştur. Ancak büyükannesi de vefat etmiştir ve arkasında Natsuki’ye kalacak bir gemi, denizaltı ve büyük de bir borç bırakmıştır. Bütün hayallerini ve yaşama isteğini kaybetmiş Natsuki’ye Catherine adındaki borç toplayıcı bir kadın uğrar ve der ki “Büyükannenin borçlarını ödemek zorundasın. Büyükannenin, şu an suların altında olan bir atölyesi, içerisinde de çok değerli bir şey varmış. Bununla hem büyükannenin borçlarını ödersin, hem sana ayrıca para kalır, bana da bir miktar ateşlersin, ne dersin?”. Kaybedecek bir şeyi olmayan Natsuki ise “Peki ulan.” der ve denizaltına binip büyükannesinin atölyesinin bulunduğu yere gider. Ancak atölyenin içerisinde ise bir hazine, değerli planlar vs. bulmayı beklerken tabut gibi bir kapsülün içerisinde uyuyan bir kız bulur. Ancak kız gerçek bir kız değil, Atri adındaki bir humanoid (insan şeklinde bir android) çıkar. “Humanoid, mandroid, çok para eder bu, satıyoz bunu” derken Atri bu duruma karşı çıkar ve kendisinin önceki sahibinden –Natsuki’nin büyükannesi- kalan ve gerçekleştirmesi gereken son bir emri olduğunu ve bunun için kendisine 45 günlük bir süre vermelerini talep eder, bu süre sonunda kendisini gönül rahatlığı ile satabileceklerini söyler. Atri’yi alacak yeni kişinin bulunması, evrak işlerinin tamamlanması için ise en iyi ihtimal ile 1.5 ay sürecektir. Yapabilecekleri bir şey olmadığı için Natsuki ve Catherine bunu kabul eder. Ancak başka bir sıkıntı vardır: Atri -ya denizin altında uzun bir süre uyuduğu ya da kendisi bir ‘ponkotsu’ olduğu için- kendisine verilen emri hatırlamamaktadır. Atri’ye hem onu gördüğü ilk andan itibaren kanı ısınan ve onu satmaktan vazgeçen hem de ona verilen emri bulmaya çalışan Natsuki’yi ise arkadaşları Minamo, Ryuji, Ririka ama özellikle de Atri ile birlikte geçireceği ve unutamayacağı günler beklemektedir.

ATRI, özünde romantik türde bir görsel roman. Bu türden hoşlanıyorum, ama hoşlanmam için iki karakter arasında romantik ilişkinin yanı sıra ana hikayenin de akması lazım. Senaryosunun yazarı aynı olduğu için “If My Heart Had Wings” ile bir noktada karşılaştırmak istiyorum. “If My Heart Had Wings”in ikinci yarısında, ilk yarısındaki seçimlerle seçtiğiniz kadın karakterlerden biriyle ilişkiye giriyorsunuz, romantik anlar vs. var, ama ana hikaye -ilk yarıya göre daha yavaşlamış da olsa ve kısmen ikinci yarıyı komple uzatılmış bulsam da- devam ediyordu.

Heh işte, ATRI böyle değil. Yine bir nokta itibariyle kendimce iki kısma ayırıyorum. Bu ilk kısımda Atri’nin hatırlamadığı emri bulmaya çalışma tarafı ilerlemiyor. Bunun yanı sıra küçük çaplı bağımsız olaylar yaşanıyor; Natsuki, Atri’den romantik anlamda hoşlanmaya başlıyor, büyükannesinden kalan bazı araştırma notlarını buluyor falan ama beni merak ettiren konuda gıdım ilerleme yok. Bunun dışındaki şeyler ise yavaş ilerliyor zaten, hafiften baymaya başladı derken ilginç bir şey keşfediyor Natsuki. “İşte bana bunlarla gelin” dediğim ve beni baygınlıktan kurtaran nokta bu. Bu noktadan sonra gelen ikinci kısım kesinlikle daha iyi. Hikaye akmaya başlıyor, bazı sorular yanıtlanıyor ama bu ikinci kısım ilk kısma daha kısa maalesef. Bu yüzden ATRI’de de “If My Heart Had Wings”te canımı sıkan durum yaşandı. Hikayenin görece gereksiz diyebileceğim yerleri olmasa daha kompakt, daha memnun ayrılabileceğim bir iş çıkabilirdi diye düşünüyorum. Ayrıca suların yükselmesi felaketi diyoruz ya, bunu sadece hikayenin belirli noktalarda ilerlemesi için kullanıyor. Bu konu ile ilgili ilginç fikirlere sahip olsa da bunu ne odak noktasına ne de ciddiye alıyor.

Müzikleri güzel bu arada. Atri'nin seslendirmeni ise gayet güzel iş çıkamış olsa da Natsuki’nin seslendirmesi yok. Karakterin yerine kendimi koyabildiğim sürece pek bunu dert etmem. Ancak başta belirttiğim üzere ATRI’den hemen önce “Chaos;Head”i okumuştum ve çığlıklarını, gülüşlerini, mırıldanmalarını, neredeyse çıkarabileceği bütün sesleri duyduğun bir ana karakterden sonra zerre seslendirmesi bulunmayan bir ana karaktere geçmek ne yalan söyleyeyim biraz attan inip eşeğe binmek gibi hissettirdi. Ayrıca 2020’de çıkmasına rağmen ATRI sadece 720p çözünürlük destekliyor. Yüksek bir çözünürlükte veya daha geniş bir ekranda okursanız yer yer artwork’lerde bulanıklıklar dikkatinizi çekebilir, belirtmek istedim.

Belirtmek istediğim bir nokta var ki ATRI’yi okurken metnin orijinali, yani Japonca hali ve İngilizce çevirisi arasında tek tuş ile geçiş yapabiliyorsunuz veya aynı anda üstte Japonca, altta İngilizcesi olacak şekilde gösterebiliyorsunuz. Özellikle Japonca öğrenmeye çalışıyorsanız çok işe yarayan bir özellik bu ki ATRI’yi sadece bu sebepten dolayı bile tavsiye edebilirim. İngilizce çeviriyi ise gayet yerinde buldum. Hikayenin başlangıç kısmında Natsuki’nin Atri’yi ilk gördüğünde Japoncada katakana ile “doll” kelimesi kullanılmışken, İngilizce çevirisinde “mannequin” kelimesinin kullanılması gibi yer yer ilginç veya aklıma gelen ilk şey bu olmazdı diyebileceğim bazı kelime kullanımları olsa da başarılı bir çeviri olmuş.

Sona gelecek olursak ATRI’yi hiç fena bulmadım ama başlamadan önce okuduğum bazı yorumlar ve VNDB’deki gördüğüm puanlamalardan dolayı daha etkileyici bir hikaye ile karşılaşırım diye düşünmüştüm. Etkileyici bulamamamın bir sebebi de aslında daha önce gerek görsel roman gerek anime gerek başka türlerde benzeri hikayeler okumam/izlememden kaynaklanıyor. Bu yüzden ortalama bir puan veririm sanırım ATRI’ye. Romantik bir hikaye okuyayım derseniz gayet gideri olan bir görsel roman.
Posted August 21, 2023. Last edited August 21, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
6 people found this review helpful
45.3 hrs on record
Steins;Gate’in adını çok daha önceden duymuştum. Animesi bir görsel roman uyarlaması olduğundan dolayı uzun bir süre okuyacak fırsat bulamamış veya ertelemiştim. Nihayet 2020’in başında oynadığımda ise çok beğenmiş, bir ayda dört görsel roman, iki anime serisi ve bir film tüketmiştim. Daha sonra öğrendiğim şey ise şuydu: Meğerse Steins;Gate “Science Adventure” adı verilen birkaç farklı görsel romandan oluşan bir serinin parçasıymış. Bunu öğrendiğimde ise yapacak tek bir şey vardı, isimlerini ve hangi platformda olduklarını öğrenmek, daha sonra ise onları oynamak. Yaklaşık 7 ay sonra, serinin teknik olarak ilk görsel romanı olan Chaos;Head’e hakkında hiçbir şey bilmeden ve biraz bilim, biraz dram, biraz da... kaos (fuhihihi) beklentisi içinde olarak girişmiştim. Ancak Chaos;Head bulmayı umduğumdan çok daha farklı bir iş çıkmıştı. Cesur bir işti ve bu beni etkilemişti. Aradan geçen üç yıl sonrasında hem ilk okuyuşumda Noah sürümü çevrilmediği için okuyamadığım rotaları hem de seriye “Robotics;Notes” ile devam etmeden önce serinin ilk oyununu hatırlamak amacıyla tekrar okumaya karar verdim. Gerçekten geçmişte bulduğum kadar etkileyici miydi peki bu görsel roman?

Bu yazıyı okuyan gözler, kime ait o gözler?

Hikayenin ana karakteri Nishijou Takumi, 17 yaşındadır ve Suimei Akedemisinde 2.sınıfta okumaktadır. O sıralar Takumi’nin oturduğu semt olan Shibuya’da iki farklı cinayet işlenir. Aralarında henüz bir bağlantı bulunamamış olsa da işleniş bakımından oldukça iğrenç ve gaddarca olmasından dolayı bu iki cinayetin aynı kişi/kişi grubu tarafından işlenildiği düşünülür ve internet forumlarındaki üyeler bu seri cinayetlere “Yeni Nesil Çılgınlığı” adını verir. Bir gün Takumi internetteki sohbet odalarında takılırken “Shogun” adındaki bir üye Takumi’ye bir fotoğraf gönderir. Tanımadığı birinden gelmesinden dolayı biraz ürken Takumi, merakına yenilip fotoğrafı açma gafletinde bulunur. Fotoğrafta ise, neredeyse vücudundaki her yerine kazık saplanarak duvara saplanmış kanlar içinde bir adam bulunmaktadır. “Shogun” bunun bir sonraki cinayet olacağını ima eder. Takumi, bunun kendisine yapılan bir eşek şakası olduğunu düşünür ve korkarak sohbet odasından çıkar. Ancak Takumi, ertesi gün okuldan dönerken girdiği bir sokak arasında, daha önce gördüğü fotoğraftaki cinayetin birebir işlenmiş hali ile karşılaşacaktır. Duvara kazıklanmış, kanlar içindeki cesedin önünde ise yüzü Takumi’ye dönük, üstü başlı kan içinde, elinde kazıklar bulunan bir kız durmaktadır. Takumi bu sahne karşısında dehşete kapılır, hızla ortamdan topuklar. Ancak ne kadar kaçarsa kaçsın beyninin bir köşesine katilin kendisini gördüğünü, kendisinin bir sonraki kurban olacağı düşüncesi çoktan yerleşmiştir. Gördüğü üstü başı kan içinde olan kızın bir iblis, “Shogun”un kendisini öldürmek için dünyanın etrafındaki uydular ile psikolojik saldırılar düzenleyen bir manyak, karşılaştığı her kişinin kendisini öldürmeyi amaçlayan bir “komplo teorisi”nin içinde yer aldığını düşünecektir. İnandığı “komplo teorisi” kafasındaki bir delüzyondan mı ibaret yoksa gerçek midir?

Takumi, belki de görüp görebileceğiniz en sevilmeyecek ana karakterlerden biri. Asosyalliğin, ezikliğin, sıkıcılığın, korkaklığın vücut bulmuş hali resmen. Takumi, okuyucu tarafından sevilmesi veya ilginç bulunması için yaratılmış bir karakter değil ancak Chaos;Head’in etkileyici olabilmesinin sebebi de bizzat Takumi’nin kendisi, hatta ve hatta görsel romandaki en iyi yazılmış karakter. Takumi, herkesten, her şeyden şüpheleniyor; dışarı çıkmak zorunda kaldığı zamanlarda ise her sokağın köşesinden, her bir cismin gölgesinden bir şeyler çıkmasından korkuyor; sürekli izlendiğini hissediyor. Hem oyunun hikayesi hem de Takumi’nin seslendirmeni Yoshino Hiroyuki, Takumi’nin bu çalkantılı zihnini okuyucuya başarılı yansıtıyor. Bunların yanı sıra ürkütücü sayılabilecek ortam müzikleri, Shibuya’nın çirkince, içindeki sakinlerinin ise empati yoksunu olarak tasvir edilişi, yer yer rahatsız edici (bir-iki noktada “Saya no Uta” kadar olmasa da mide ekşitici) betimlemeler ve sahneler, Chaos;Head’in bu kaotik atmosferine katkıda bulunuyor.

Bu, senin gerçek olmasını dilediğin bir delüzyondu...

Delüzyon veya başka bir deyişle sanrı, gerçek bir durum ile gerçek gibi görünen bir durumu ayırt edememe durumudur. Bu durumlar elde bir kanıt olmamasına rağmen bir komplo teorisine körü körüne inanmak gibi veya her gün duyu organları ile algılanan, artık kanıksanan ama aslında gerçek olmayan çok basit bir olgu da olabilmektedir. Delüzyon görmek bozuk bir ruh halinden ya da travma gibi çok daha ciddi psikolojik durumlar sebebiyle kaynaklanabilmektedir. Ana hikaye süresince belirli zamanlarda Takumi’nin karşılaştığı durum karşısında gerçeklikten kaçması için olumlu veya olumsuz delüzyonlar görmesini sağlayabiliyorsunuz. Olumlu delüzyonlar daha çok romantik, komik anlar oluşturmaya meyilli iken olumsuz delüzyonlar kabus, korku, paranoyaklık anlar oluşturmaya meyilli. Örneğin, bir kız Takumi’yi bir süredir takip ediyor. Olumlu bir delüzyona örnek olarak, kızın Takumi’nin kimliğini düşürdüğünü görüp kimliği geri vermek için takip etmesi oluyor. Kimliğini geri verdikten sonra kızımız bir anda Takumi’ye olan aşkını dile getiriyor. Olumsuz bir delüzyon ise, kızın köşedeki dönerciden çaldığı döner bıçağı ile sırf Takumi iğrenç zevkleri olduğu için, onun bakmadığı bir anda arkasından saldırması olabilir. Tabii, Takumi’ye delüzyon gördürtebildiğiniz gibi hiçbir delüzyon seçeneğini seçmeyerek gerçeklikte kalmasını da sağlayabiliyorsunuz. Hikayenin başlangıçlarında Takumi gördüğü delüzyonların farkında iken, hikayede ilerledikçe Takumi’nin akıl sağlığı giderek kötüleşiyor ve gördüğü şeyin gerçek mi yoksa bir delüzyon olduğunu fark edememeye başlıyor.

Bu delüzyonları kullanarak oyunun ana rotasından çıkıp karakter rotalarına girebiliyorsunuz. Bu karakterler kim derseniz, birisi Takumi’nin kız kardeşi diğer beşi ise Takumi’nin hikaye boyunca karşılaştığı, şüphelendiği, korktuğu kadın karakterler. Toplamda altı tane karakter rotası var ve her biri yaklaşık iki saat sürüyor. Bazı ilginç fikirler ortaya koymalarına –özellikle de Nanami ve Yua’nın rotaları, belki bakış açısı olarak Ayase’nin rotası- rağmen maalesef bu rotaların hem hikayeleri sönük kalıyor hem de ön plana aldığı yan karakteri derinleştiremiyor.

Chaos;Head, cinayetleri işleyen katili bulmaya çalıştığınız bir dedektiflik hikayesi değil. Bir kişinin etrafındaki her şeyden, herkesten ama özellikle kendinden, kendi varlığından şüphelenme hikayesi. Ancak Chaos;Head'in eksiklikleri de var. Takumi hariç diğer karakterleri, elinde ilginç fikirler olmasına rağmen başarılı işleyemiyor. Hikayenin belki bir-iki noktada gereksiz uzatıldığını, son bölüme kendi içinde çok daha tutarlı gittiğini ancak son bölümde hikayeyi artık bitirmek için işleri biraz daha hızlı ele aldığını söyleyebilirim. Chaos;Head’den hoşlanıp hoşlanmamanız ise günün sonunda Takumi’ye bağlanıyor. Takumi’den ve onun problemlerden hoşlanmadığınız takdirde Chaos;Head’den hoşlanmanız çok zor. Ancak her şeye rağmen ben bu görsel romana bir göz atmanızı tavsiye ediyorum. Ve keşke bir anime adaptasyonu yapılsaydı demeden kendimi alıkoyamıyorum.

Dipnot: Chaos;Head’i sakın Commitee of Zero’nun patch’i olmaksızın okumayın. Bu patch, çeviriyi daha iyi hale getirmekle kalmayıp resmi çeviride çevrilmeyen CG’leri çeviriyor, PS3’e çıkarılırken oyundan çıkarılan sahneleri geri getiriyor. Kesinlikle kurun!

Dipnot 2: Son cümlemi okuyanlar MyAnimeList, AniList gibi sitelere bakıp Chaos;Head’in animesi varmış işte diyebilir. Anlatamadım sanırım, Chaos;Head'in animesi YOK! Gördüğünüz şeye inanmayın, O BİR DELÜZYON, GERÇEK DEĞİL. BUNLAR HEP ORGANİZASYONUN SUÇU, KANMAYIN BU DELÜ-

Dipnot 3: Steam'in karakter sınırından dolayı sığdıramadığım kısımlar var, olmayan yerleri, daha uzun halini okumak isterseniz sizi Backloggd'deki incelememi [www.backloggd.com] okumaya davet ediyorum!
Posted July 30, 2023. Last edited August 9, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
11 people found this review helpful
89.1 hrs on record
Bunu başlangıçta söylemem gerek. Şahsi düşüncem bu tabii, aksi de mümkün, ama NieR: Automata’yı oynayıp gerçekten sevmediyseniz NieR Replicant’a bulaşmayın. Remaster edilse de daha eski bir oyun, bu yüzden PS3/Xbox 360 döneminin bazı hantallıklarını halen üzerine taşıyor. Hoş Automata’yı sevenler bile Replicant’ı beğenmeyebilir. O yüzden düzeltiyorum: Automata’yı sevmekle beraber eski JRPG’leri oynamışsanız ve ben sıkıntı etmem derseniz Replicant’a bir göz atın.

Her neyse, ne zaman ve nasıl hatırlamıyorum, bir şekilde oyunun müziklerine rastladım. Birkaç parça dinledim, beğendim ve gerisini de dinlemek istiyorum, ama daha sonra oyunu oynarım, özel bir anda o dinlediğim parça çalar, o parçayı daha önce dinlediğim için o anın etkisi azalır gibi gibi sebeplerden dolayı mecbur oynayacağım bunu dedim. Oyun hakkında hiçbir şey bilmiyorum ama, oyunu beğenecek miyim o bile bir muamma. Hiçbir şey bilmeyerek giriştim, beğendim, müthiş miydi hayır ama hoşuma da gitti. “Ashes of Dream” parçası hala oyun sonu müziklerinde favorilerim arasındadır. Daha sonra aaa, hikayesi bağlantılıymış deyip Drakengard’a giriştim. Drakengard 2… boş verin onu, NieR tarafı için canon değil o. Drakengard 3, kapağında Zero’yu gördükten sonra oynamamak imkansızdı zaten. Automata’yı biliyorsunuz zaten.

NieR Replicant ver 1.22, oynanışta yeni QoL değişiklikleri, ekstra hikaye ve ara sahneler, orijinal oyunun “World of Recycled Vessel” DLC’si, ve yeni ekstra bir epilog bölümü içeriyor. Oyunun seslendirmesinde olduğu gibi tüm müzikleri de baştan yapılmış, Okabe abim ve Emi ablam harika iş çıkarmışlar yine. Bazı parçaların orijinal hallerini tercih ediyorum ama ki bu muhtemelen ilk onları duyduğumdan kaynaklanıyor.

Her ne kadar bazı incelemelerde oyunun yan görevlerinin çok kötü olduğunu ve hatta o yan görevlerden dolayı oyunu bıraktıklarını söyleyenler olsa da dediklerine zerre katılmıyorum. Gel-git yaptıran ve balık tutturan yan görevler var, ama bu diğer oyunlarda da var, ve hayır, milletin abarttığı kadar kötü de değiller. Güzel yan görevler de var, orta olan yan görevler de. Ayrıca oyun yan görevleri zorla oynattırmıyor ki. Hiçbir yan göreve bulaşmadan rahatlıkla bitirebiliyorsunuz ana hikayeyi. Ha, C ve D sonlarına ulaşmak için oyun içindeki bütün silahları toplama gibi bir muhabbet var, olmasa evet daha iyi olurdu, ama bunu da oyunu normal bir şekilde oynadığınız, birkaç yan görev yaptığınız zaman topluyorsunuz zaten ki ben hem orijinal oyunun hem de remaster oyunun ilk rotasında yaptım. O yüzden, bu durum oyunun bir sıkıntısı değil insanlar gereğinden fazla abartıyor diyorum.

Ama remaster edilmesine NieR Replicant’ın süregelen bir sıkıntısı var ki, o da hikayesinin tam detaylarını oyun içinde vermemesi ve harici kaynaklara başvurmanız. Automata bu konuda bi tık daha iyi, ama onda da vardı bu durum. Bu durum orijinal NieR Gestalt/Replicant’a göre Remaster sürümünde az biraz daha iyileştirilmiş ki, orijinal oyunun çıkışında yayınlanan “Grimoire NieR” isimli resmi oyun rehberindeki ”The Lost World“, “The Little Mermaid” ve birkaç hikaye daha oyuna dahil edilmiş. Ama yetiyor mu bu, maalesef hayır. Oyun için elde ettiğiniz dökümanlar var evet, ancak detayların çok az bir kısmını öğrenebiliyorsunuz, tek başlarına yetmiyorlar.

Mesela, oyunun ilk başladığınızda yaşanan bir kısım var. O kısımdan önce ne oldu, o kısımdan sonra ne oldu, bazı tahminleriniz olsa bile oyunu bitirseniz bile tam öğrenemiyorsunuz. Bunun için Grimoire NieR’deki zaman dilimi kısmını okumanız gerek. O kısımda Drakengard’ın E sonu sırasında Drakangard'ın ana karakteri Caim ve ejderha Angelus’un Queen-Beast ile Drakengard’ın kendi evreninden 2003 yılındaki Shinjuku/Tokyo’ya ışınlanmaları, Queen-Beast’in ölümünden sonra Japon Hava Savunma Kuvvetlerinin (JASDF) Caim ve Angelus’u bir roket vurmaları, Angelus ve Queen-Beast’in ölümünden dolayı etrafa yayılan ve Drakengard’ın kendi evrenine ait olan “maso” isimli parçacıkların etrafa yayılması ve bu parçacıkların sonradan “White Chlorination Syndrome” adı verilen bir hastalığa sebep olması, hastalığa yakalananların çıldırıp saldırganlaşmaları, saldırganlaşan insanlara Legion adı verilmesi ve Legion’ların toplanıp saldırgan gruplar oluşturmaları, bu grupların Shinjuku’da zorla toplatılıp Shinjuku’nun etrafına duvar örülmesi, bazı Legion’ların hastalığa yakalandıkları halde mental durumlarını koruyabilmesi ve Red Eye adı verilen özel Legion türü oluşturmaları ve diğer Legion’ları kontrol edebilmeleri, örülen duvarın yıkılması ve salgının Tokyo’nun geri kalanına yayılması, hastalığın yayılmasını engellemek için Shinjuku’ya atom bombası atılması ama durumun engellenememesi, Angulus’un cesedinin incelenip “maso” parçacığı hakkında keşifler yapılması, elde edilen bilgiler ışığında çoklu-dünya teorisinin kanıtlaması ve “maso” parçacığını kullanarak diğer evrenlerden enerji çekilebilmesi -ki buna daha sonra büyü adı verilecek- ve "maso" parçacığının farklı ayinler ile saflaştırılıp farklı bir dünyaya gönderilme çalışmaların başlaması, bu sırada insan ırkının tükenmesini engellemek için geçici bir süreliğine insanların ruhlarını bedenlerinden ayırmayı amaçlayan Project Gestalt’ın başlatılması..... diye gidiyor. Ki bu zaman dilimi muhabbeti oyun sırasındaki bazı olayları ve Drakengard-NieR’in herbir sonunun aynı zaman dilimine bağlı olmaması gibi durumları katarsak biraz daha uzuyor.

Hikayesi derin ve karmaşık olan oyunlar için her türlü harici kaynaklara başvurmak gerekiyor evet ama bu derece derin bir evrenin ve özellikle anlattığı hikayenin bazı önemli detaylarını harici kaynaklarda bırakması bana soracak olursanız biraz üzücü. Bunu dert etmeyecekler için bir sıkıntı yok tabi.

NieR Replicant’ı seviyorum ben. Bazı açılardan biraz daha kompakt bir hikaye anlatması, barındırdığı karakterleri, kendi evreninin detayları, müzikleri olsun seviyorum her açıdan. Replicant'ı oynadıktan sonra Automata'yı bir daha oynayın mümkünse. Automata'da bayağı içerik var aslında Replicant için. Ayrıca bu yazıyı yazdığım sırada NieR: Automata’nın animesi yayınlanıyor, gerçi ertelendi şu sıra ama devam edecek, gayet güzel gidiyor, izleyin izlettirin. Umarım bir şekilde Replicant’ında animesi falan yapılır.
Posted April 10, 2023.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
4 people found this review helpful
21.0 hrs on record
Sanırım If My Heart Had Wings kadar beğenip beğenmeme arasıda kaldığım bir VN yok sanırım. Kendisi hem çok sevdiğim hem de bazı açılardan daha iyi olabilirdi dediğim bir VN. Aradan yıllar geçmesine rağmen düşüncelerim hala şu yazmış olduğum incelemedeki gibi.

Hikayenin ilk yarısı çok hoşuma gitmesine rağmen ikinci yarısını zayıf bulmam; Kotori ve Amane'nin hikaye rotalarını çok beğenirken Ageha, Asa ve Yoru'nun rotalarında "Hadi şu planörü uçurunda gidelim yatayım, saat gecenin 4'ü olmuş. Ne? Yorulmadınız mı siz, hala mı si..." diyerek baygınlık geçirmem; ana karakterin bir geçmişinin, kişiliğin olması ama seslendirmesinin olmaması; resmi çevirinin kötü olması gibi sebeplerin bu düşüncelerimde etkisi var.

Ama işte hikayesini seviyorum ne yapayım. Bir grup planörcülerin 26 yıl önce Kazegaura'nın semalarında oluşan "Morning Glory" isimli bir bulut oluşumunun fotoğrafını çekmesi, yıllar sonra bu fotoğraftaki görüntüden bir grup gencin çok etkilenip planörlere merak salması, "Morning Glory" isimli bulutun tekrar oluşmasını isteyip üzerinden uçma hayali kuran bu gençlerin kanatlarını vs. kendi yaptıkları bir planör ile uçmaya çalışmalarını anlatıyordu. Yükseklik korkusu olan ve bir o kadar üşengeç bendenizi dahi, etrafında böyle bir grup olsa katılmayı düşündürecek kadar etkilemişti. Animesi yapılsa oturur izlerim valla. Sahi, niye animesi yok IMHHW'nin? O kadar garip garip ismini bile duymadığım mangaların vs. animesi yapılıyor ama yıl olmuş 2023 IMHHW'nin animesi yok hala. Ayıp değil mi bu he! Derken ben kaptırdım uçuyorum yine, konumuza dönelim.

If My Heart Had Wings: Flight Diary'e gelecek olursak, kendisi fandisk bir içerik. Ne demek bu derseniz eğer, ana oyunda olmayan karakter rotaları ve/veya bağımsız hikayeler içeren ekstra içerik paketleri diyebiliriz. Visual Novel'larda bu sıkça yapılan bir durum. Gerçi niye açıklıyorsam, bu sayfaya gelip okuyan birisinin bunu zaten bildiğini düşünüyorum.

Ayrı satılan Akari'nin hikaye DLC'sini saymazsak, toplam 6 tane hikaye barındırıyor Flight Diary. Bu 6 hikaye ile ilgili hem ufak ufak bilgiler verip hem de kısa düşüncelerimi açıklayayım:

- "Inherited Wings" isimli rota, IMHHW'in Kotori rotasını'nın bir epilog'u. Aradan iki yıl geçmiş, karakterlerimiz artık mezun olurken klübü yeni öğrencilere bırakmalarını anlatıyor. Klübe katılan iki tane yeni karaktermiz var. Ayrıca hem Kotori'nin hem de Aoi'nin gelecekteki planlarına falan odaklanıyor, doğru düzgün bir sonu olan gayet güzel bir bölüm. Oyuna başladığında ilk oynabileceğiniz rota bu, ama LÜTFEN benim yaptığım gibi ilk bu rotayı okumayın. En sona bırakın, bıraktığı etki daha güzel olur.

- "Wings of Dreams" ise Amane rotasının epilogu. Amane ile Isuka'nın nasıl tanıştıklarına dair bazı detaylar veriyor, Isuka'yı biraz daha fazla görüyoruz, ana hikaye olurken ne yaşadığını öğreniyoruz. Güzel rota.

- "Unfamiliar Answer", Kanoko'nun rotası ki kendisinin ana oyunda bir rotası yoktu. Ana hikayede ikinci yaz tatili sırasında geçiyor ve gayet keyifli bir rota, ama kayda değer bir olay olmuyor.

- "Inexpressible Emotion", Hotaru'nun rotası. Hotaru ile takılıyonuz, bu kadar. Kanako'nun rotasındaki gibi elde tutulur bir olay döngüsü yok. Ana hikaye de Ageha'nın rotası garip hissettirmişti, Hotaru'nun rotası da aynısını yaptı maalesef. Bu arada Ageha'nın da rotası varmış orjinal Japonca sürümünde, ama uçurmuşlar yerelleştirme yaparken.

- "The Kazato Sisters", Asa ve Yoru'nun rotası ama hiçbir şey yok. Yurttaki sıradan bir günü anlatıyor ve sansürden muhtemelen en çok darbeyi bu rota yemiş. Çok kısa bir rota. 20 dk falan sürüyor. Ama buna dair hiçbir sıkıntım yok, uzun olsaydı beğenmeyecektim muhtemelen. Ana hikayedeki Asa ve Yoru'nun rotasını zaten rahatsız ediyordu beni, okurken neredeyse Vietnam flashback'leri geliyordu ki bitti. Ucuz kurtuldum.

- "The Day I Found My Wings" ise ana hikayede olan birkaç olayı Kotori'nin günlüğünden okuyorsunuz, ama maalesef bu da aşırı kısa. 15 dk sürüyor. Uzun olmasını isterdim bak bunun.

- Akari'nin DLC'sini de buraya yazacağım, ayırmaya üşendim. Akari de tıpkı Kanako gibi ana hikayede rotası bulunmayan bir karakterdi. Kanako'nun rotası gibi ikinci yazın başında geçiyor ve gayet iyi. Akari hakkında bayağı bir şey öğreniyorsunuz, hikayesinin bir sonu var, diğer rotalarda +18 içerikten dolayı bazı sahneler sansürlenmişken, Akari'nin rotasında zaten öyle içerik yok. Wholesome rota gayet. Ucuz zaten, alın okuyun abi.

Beğendim rota sıralaması ise ahanda şöyle: Kotori > Amane > Akari > Kanako > Hotaru. İlk iki sıranın ana oyundaki sıralama ile aynı, o yüzden şaşırtmadı. Kotori'nin günlük rotası, Asa ve Yoru'nun rotası bir düşünce belirtmem için fazla kısalar.

Sadede gelirsek, ana hikayeyi beğendiyseniz veya benim gibi beğenip beğenmeme arasında arafta kaldıysanız ama bünyeye biraz daha IMHHW enjekte edelim ya bi zararı olmaz, diyorsanız, alabileceğiniz bir içerik.

Dip Not: Aha, gene yaptım. Ana oyuna yazdığım için "hadi dur, gidip ekstra içeriğine de kısa bir şeyler yazayım" dedim ve yine gidip kimsenin bakmayacağı bir içeriğe bu kadar uzun bir yazı yazdım. Manyağa bakar mısınız?
Posted December 24, 2022. Last edited December 24, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
16 people found this review helpful
138.3 hrs on record (138.2 hrs at review time)
Buraya bakın zeptogramlar! Gözlerinizi açın ve bu dönüşümü okuyun. NEO: The World Ends with You, Japonca ismi ile “Subarashiki Kono Sekai”, bir aksiyon JRPG.

Oyunun ana k değişkenleri, yoctogram no:1 ‘Rindo’ ve yoctogram no:2 ‘Fret’, kendilerini Shibuya’da gerçekleşen Reapers’ Game adı verilen bir oyuna zorunlu olarak katılmış buluyorlar. Bu oyunda çöp reaper’ların verdiği görevleri yerine getirerek, değeri tanımlanmamış pinleri kullanarak çeşitli Noise’lar ile savaşarak, bu binary proxy’li oyunda, Realground Shibuya’nın bir üst katmanı olan Underground plane’ninde ‘t = 604800 saniye’ boyunca hayatta kalmaya çalışıyorsunuz ve bu sürenin sonunda fonksiyonun en tepe değerinde olmaya çalışarak bu oyundan çıkmaya ve tekrar Realground’a dönmeye çalışıyorsunuz.

NEO hem bağımsız, hem de geri beslemesi olan bir fonksiyon. Tek başına rahatça oynanılabilir, ancak ilk oyunu oynayıp gelirseniz alacağınız zevk, hikaye ilerledikçe üstsel olarak artıyor. İlk oyuna yapılan çeşitli referansın yanı sıra bazı tanıdık yüzler göreceksiniz NEO’da. Bu açıdan NEO hem seriye yeni integre olacakları hem de halihazırda integre olmuş olanları aynı küme içine alıp bağrına basıyor.

NEO’nun anlattığı hikaye çok iyi. Bazı yoctogramlar birkaç noktanın x, y, z ve t değerlerini, hiçbir işlem yapmadan bulabildiklerinden şikayet edeceklerdir. Ancak bu değerler, oyunun zaten saklamaya çalışmadığı önemsiz değerler. Sakladığı ve görmesi zor olan çok iyi açıları var NEO’nun. Özellikle de oyunu bitirdikten sonra okuyabileceğiniz gizli raporlar aklınızı alacaktır.

Combat’ı gayet güzel. İlk oyunun aksine bütün pinleri aynı anda kullanabildiğiniz gibi, ‘t=pin boot time’, ‘chain=pin usage rate” gibi bazı değişkenler sıfırlanıp kaldırılmış ve bu değişiklikler combat’ı daha akıcı ve daha derin yapmış. ‘Beat drop’ kombosu çıkarttıkça groove’nuz oranı dolup, her pine özel ve farklı fonksiyon saldırıları gerçekleştirebiliyorsunuz. NEO’nun combat’ını ilk oyunun orijinal DS varyantı ile karşılaştırıp beğenmeyen kare sinüzoidler kendilerinin üstsel değerini alabilir, çünkü kendileri çöp olduğu için üstsel değerleri daha da çöp.

NEO’nun zetta güçlü yanlarından bir tanesi soundtrack’i. Ishimoto-san döktürmüş. İlk oyunun remixleri gayet güzel, yeni şarkılar ise mükemmel. Dinlerken kendimden o kadar geçtim ki, ruhumun sıfıra indirilip silinmesine ve distorsiyon fonksiyonuna girdi olmasına bir femtometre kalmıştı. Böyle bir dönüşüm mix’i mümkünmüş demek.

Ancak her ne kadar sayılarını dağıtıp sonsuzluğa ulaşmaya çalışsa da NEO’nun bir-iki kusuru var. Bunlardan ilki, Scramble Player savaşlarının aşırı tekrar etmesi olacaktır. Player’ların değişkenleri farklı olsa çekilir ancak hem hareketleri aynı hem de görünüşlerinin renk paleti sadece değer değiştiriyor. İsimleri bile önemsiz. Bu yüzden oyunun hikayesi, %50-60 civarında bir süre duraksayıp sabit bir heyecan değerinde ilerleyecektir ve bu bazı oyuncuların canını sıkabilir. Bir diğeri ise Noise varyantlarının azlığı olacaktır, zira bazı Noise’lar ilk oyunda olduğu kadar çeşitli değil.

Bu incelemeyi okuyan bazı zeptogramlar, metnin üstünde yer alan t değişkeninin diferansiyel değerine bakıp oyunun süresinin, pi sayısının tekrar eden basamakları kadar uzun olduğunu düşünebilir. Ancak korkmayın sinüzoidler, yaptığım eş zamanlı hesaplara göre oyunun hikayesini, yan görevlere dahi girişseniz, ortalama ‘t ≈ 40.8404 saat’ gibi bir değerde bitirebilirsiniz. Ancak benim gibi Imagination’ı yüksek biri iseniz, bu süre bir tanjant fonksiyonunun grafiği gibi sonsuzluğa kadar uzayıp gidebilmekte. Hahahaha sine, cosine!

Özellikle ilk oyuna bayılan birinin NEO’yu sevmeme ihtimali düşük değil, ‘infinitesimal’. Sıfıra o kadar yakın ki bu iki nokta birbiriyle kaynaşıyorlar. Aksiyon JRPG sevenler ise birkaç düzensiz fraktaldan şikayet edebilir, ama genel olarak seveceklerdir. JRPG oynamamış olan elipsoidler ise, NEO’yu farklı türdeki oyunlar ile denkleştirmedikçe beğenme olasılıkları yüksek olacaktır.

Unutmayın yoctogramlar: “Dünya sizde başlayıp sizde biter. Eğer hayattan zevk almak istiyorsanız, ufkunuzun w değişkeninin değerini genişletin.” Bununla beraber, bu yazıyı bitirip kendimi faktorize ediyorum. Beni çağıran çözülmemiş bir denklem bulunmakta.

PS: Bu oyunun var olmayan pazarlamasında emeği geçen herkesin $!Ωfds%&ad∞‡πfΣ?/ integralini alayım!
Posted November 19, 2022. Last edited November 22, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
1 person found this review helpful
6.2 hrs on record
Genel olarak topluluk yapımı Portal modlarını seviyorum. Belirsiz zaman aralıklarıyla sürekli ortaya çıkan Portal açlığımı dindirmekle birlikte -hep olmasa da- oldukça kaliteli modlara denk gelebiliyor ve mutlu oluyorum. Portal Reloaded'da bu modlardan bir tanesi.

Hali hazırda bulunan mavi ve turuncu portallarımıza bir de farklı zaman dilimleri arasında açılabilen yeşil renkli yeni bir portalımız ekleniyor. Bu yeni portal sayesinde aynı test odasının gelecek zamandaki haline gidebiliyoruz ve bu olayın oynanışa büyük bir farklılık ekliyor. Zorluk.

25 adet yeni test odası bulunduran Portal Reloaded, muhtemelen oynadığım en zor Portal modlarından bir tanesi. Sloganında olduğu gibi oyuncuyu "dört boyutta düşünmeye" zorluyor ve bu zorluk zaman zaman cidden kafanızı patlatıyor. Nasıl mı, ahanda şöyle: Test odasında iki tane küpe ihtiyacınız var. Ama elinizde bir tane var. Geleceğe gidip geçmişteki küpü günümüze getiriyorsunuz. Küpleri butonların üzerine koyuyorsunuz. Ama fark ediyorsunuz ki, günümüzdeki küpü hareket ettirince gelecekteki küpün de konumu değişeceğinden, gelecekten getirmiş olduğunuz küp varlığını sonlandırıyor. Tekrar gelecekteki küpü almaya gidiyorsunuz. Ve bu durumun içerisine lazerler, hareket eden duvarlar, cisimlerin momentumu, odaların günümüz ve gelecek halleri arasındaki farklar, turretler gibi çeşitli etmenler eklenince "Bu nasıl çözülüyor ya?" deyip kafayı yiyorsunuz. Ne yalan söyleyeyim, iki-üç test odasında takılıp, çözümü bulamayıp, çaresizlik içerisinde ipuçlarına baktım.

Yıllar önce "Thinking with Time Machine" isminde başka bir Portal modunu denemiştim. O modda, Portal cihazına ek bir zaman makinesi vardı ve bu makine; sizin hareketlerinizi kaydedip, mecazi bir tabir ile "klonunuzu" oluşturmaya ve o "klonu" kullanmak üzerine bir oynanış sunmaktaydı. İlginç olmakla beraber zaman makinesinin kullanımını oynanışa yeterince yedirememişlerdi. Bu durum da, "ya fena değil ama sarmadı bu beni" deyip modu oynamayı bırakmama yol açmıştı. Birbirlerinde bağımsız olmalarına rağmen, şahsen Portal Reloaded, bu zaman mekaniğini çok daha iyi bir şekilde kullanmış. Hem istediğiniz yerde portal açabiliyorsunuz, hem de ayrıca bir mekaniğe gerek kalmıyor. Ve bulmacalar Portal Reloaded'da daha yaratıcı. Bahsedeyim istedim bu durumdan.

Kendine ait soundtrack'leri var. Ancak bulmacalara kafamı yormaktan bu müziklere pek dikkat edemedim. Ancak hatırladığım bir kaç tını kadarıyla oyuna gayet uyduğunu da belirtmek istiyorum.

Kısaca özetlemek gerekiyorsa, oldukça başarılı bir mod, Portal Reloaded. Eklenen zaman düzleminde portal açabilme yeteneği, oyuna gerçekten ayrı bir "boyut" katıyor. (He he.. Tamam, kötüydü ama dayanamadım.) Hali hazırda Portal seviyorum diyorsanız, bu modu oynamalısınız. Sadece yeni Portal ve Portal 2 oynamış olan varsa, onlar bu modda normalden bir tık daha zorlanabilirler. Bu kategoriye girenleri önce Steam'deki diğer Portal modlarını oynamaya ve daha sonra Portal Reloaded'a bulaşmaya davet ediyorum.
Posted June 5, 2022.
Was this review helpful? Yes No Funny Award
< 1  2  3  4 >
Showing 1-10 of 32 entries